Futbol, akıl kadar kalple oynanan
kitlesel bir spor oyunudur. Yüzlerce yıldır süren bu devinimde, bilimsel
yöntemlerin gelişimiyle birlikte futbolun akıl ve teknik yönü ağır bassa da
halen pek çok kişi, futbolu romantik bir spor olayı olarak nitelendirebilmektedir.
İtalya, Fransa ve Portekiz gibi ülkelere baktığımızda, buna Türkiye de dahil
olabilir, romantizmin ön planda olduğunu görürüz. Teknik direktörünüz eğer bir
romantizm akımı temsilcisiyse, takımının oynadığı futbolda da bu izleri
görebilmek zor olmaz. Futbolun beşiği İngiltere'de uzun yıllardan beri teknik
konular ağırlık kazandı, aklın ön planda olduğu bir futbol oynanıyor, duygular
mekanikleşmiş durumda ve en önemli kriter seyir zevki… Tüm bu çarka rağmen;
takımlarına kendi düzenini getiren, duygu katan, romantik yaklaşımlar da mevcut…
Bu isimler arasında Liverpool teknik direktörü Jürgen Klopp ve Arsenal'in eski
teknik direktörü Arsene Wenger gösterilebilir. Bu iki dev isim de çağın
gerekliliklerini bilimsel anlamda takımlarına monte ederken; tutkun bir
romantik olmaktan da vazgeçmiyor.
Evet eski dedik, Arsene Wenger; daha
sezon devam ederken Arsenal ile son sezonunu geçirdiğini açıkladı. Sezonun
bitiminin ardından da takımdan ayrıldı. Belki bu 5-6 sene önce alınması gereken
bir karardı; fakat deneyimli Fransız, her defasında kendinde tekrar deneyecek
gücü buldu, taa ki 2017-2018 sezonunun sonuna kadar… Yazımın başlığına ilham
verdiği gibi, İngiltere'de de romantizm halkaları birer birer azalıyor. Zaten Premier
Lig'e adım atan teknik direktörler nadiren romantik bir yapıda olurdu, halka
giderek eksiliyor. Leicester City ile peri masalını yaşayan İtalyan Claudio
Ranieri'nin ayrılıp Nantes'e gitmesiyle başlayan bu süreç, şimdi Arsene Wenger
ile devam ediyor. Eski zamanlardaki futbolun tam tersi bir yönde, artık
romantizm pek kabul görmüyor. Son romantik Jürgen Klopp ise, şu an için rahat
görünüyor, onlarınki ilk görüşte aşk…
Teknik direktörlük kariyerine 1984
yılında başlayan Fransız, 3 sene Fransa'da Nancy kulübünü çalıştırıyor.
Buradaki felsefesi dikkat çekince, 1987-1994 yıllarını Fransızların köklü
kulübü Monaco'da geçiriyor. Sonrası, ver elini Japonya… Romantik felsefesini
Londra'ya taşıması, 1996 yılının ekim ayını buluyor. Avrupa'ya oldukça uzak bir
ülke olan Japonya'da Nagoya Grampus takımıyla gösterdiği başarılar,
İngiltere'de Topçuların dikkatini çekiyor. O dönem Wenger'i kimse tanımıyor ve
haliyle eleştiriler de çok yoğun oluyor; ancak Arsenal kararlı yapısından adım
atmıyor ve Arsene Wenger'i Londra'da bir Arsenal efsanesi yapacak hamleyi
gerçekleştiriyorlar. Attığı imzanın ardından Kuzey Londra ekibinin
çalıştırıcısı olan Wenger, "Buraya gelmemdeki temel sebep İngiliz
futbolunu sevmem. Arsenal Kulübünün ruhu ve potansiyelini seviyorum."
futbola ve çalışmaya olan aşkını da ortaya koyuyordu. Bu öyle bir aşktı ki, 22
yıl ve 1202 maç boyunca hiç bitmeyecekti.
22
Yılda 15 Kupa
1 Ekim 1996 yılında başlayan futbolun
romantik yönüne yolculuk, Arsene Wenger yönetimindeki Arsenal'e 15 kupa
kazandırdı. Öğrencileriyle birlikte biri namağlup olmak üzere 1997-1998,
2001-2002 ve 2003-2004 yıllarında 3 Premier Lig şampiyonluğu yaşadı. Bu
şampiyonlukların yanında 6 kez FA Kupası şampiyonluğunu ve 6 kez de Community
Shield şampiyonluğunu kartvizitine ekledi. Görev aldığı 22 yılda 1202 maçta
Arsenal'in yedek kulübesindeki komutanı olurken; tam 2087 kez gol sevinci
yaşadı. Maç başına 1.96 puan ortalamasını tutturdu. Onun zamanında Vieira,
Henry, Dennis Bergkamp, Pires ve Ljungberg'li efsane kadro kuruldu ve başarıdan
başarıya koşuldu. Namağlup şampiyonluğu getiren de bu efsane kadro ve Wenger'in
romantik felsefesi oldu. 68 yaşındaki Fransız'ın yolu, bir dönem Galatasaray'la
da kesişti. 2000 yılındaki UEFA Finali'nde Galatasaray'ın rakibi oldular ve
penaltı atışları sonunda boyunlarını eğdiler. 22 yılda Arsene Wenger'in bir UEFA
ve bir de Şampiyonlar Ligi finalleri bulunuyor. Bunun yanında Fransız teknik
adamın yardımlarıyla 17'si üst üste olmak üzere 19 kez Şampiyonlar Ligi'nde boy
gösterme istatistiği yakaladılar. 20 yıl boyunca Premier Ligi ilk 4 dışında
tamamlamamaları da Arsene Wenger ve takımı adına bir başka önemli istatistik…
Romantik Wenger, Premier Lig'i kazanmış olan ilk yabancı teknik direktör
unvanını da cebinde taşıyor.
Daha milenyumun ilk yıllarından beri
değişmez taktiği 4-2-3-1 oldu. Yeni bilimsel teknikleri takımına mutlaka
aşılasa da; romantik felsefesinden asla vazgeçmedi. 9 yılı kupasız geçirdiği
dönemde ve 2013 yılından beri Arsene Wenger'e hep eleştirel yaklaşıldı. İngiliz
ve dünya basını, hep Fransız hocanın yeterliliğini tartıştı, maç içindeki ve
dışındaki hareketlerini mercek altına aldı. Transfere çok para harcamaması ve
bu konuda cebinde akrep olması, transferde elinden kaçırdığı ve sonrasında
yıldız olan önemli isimler, yeni jenerasyonunu yakalayamaması, taktik ve teknik
anlamda kendini yenileyememesi, takımını globalleşen futbola ayak uydurtaması;
Fransız hocanın sıklıkla eleştirildiği noktalar oldu. Küreselleşen futbol,
yayın gelirlerinin her kulübün elini güçlendirmesi, Arap ve Rus sermayesinin
Premier Lig'e el atması ve transferde ezeli rakiplerinin gerisinde kalmasıyla
Wenger'in eli iyice zayıfladı. Önce Manchester United, Chelsea ve Manchester
City ile ara açıldı, ardından Tottenham ve Liverpool'a da yetişemedi. Bana göre
tüm bu nedenler, Fransız hocanın vedasını ilmek ilmek işledi. Transfer
konusunda para harcamama inadı ve ezeli rakiplerinin gerisinde kalması,
taraftar için de bardağı taşıran son damla oldu.
Ad
Crucem Rubicon
"Rubicon'u Geçmek" olarak
çevirebileceğim bu deyim, fazlasıyla bu yazıyla ve Arsene Wenger'le ilgili… İtalya’nın
kuzey bölgesinde yer alan ve 29 km uzunluğunda bir nehir olarak dikkat çeken
Rubicon, Roma Cumhuriyeti döneminde bir sınır çizgisi olarak kabul edilirdi. Generallerin
ordularıyla bu nehirden geçebilmesi kesinlikle yasaktı. Roma'ya
girebilmelerinin tek şartı, ordularını nehrin diğer tarafında bırakmaktı. Bu
yasağın nedeni, senatoda yaşanabilecek olası bir kötü durumda, generallerin
ordularıyla birlikte isyan başlatmasını önleyebilmekti. M.Ö. 49 yılında Julius
Caesar ordusuyla nehri geçince, bu yasağı çiğnemiş ve bir iç savaşa neden olmuş.
Rubicon'u geçince, geri dönmek oldukça zormuş. Julius Caesar'ın yaptığı bu
hareketle de "Ad Crucem Rubicon", yani "Rubicon'u geçmek"
deyimi ortaya çıkmış. Türkçe açıklamasını size yapmam gerekirse, "geri
dönüşü olmayan noktalarda gözü kara olmak ve daha da ilerisine gitmek"
anlamına geliyor.
Bu deyim, Arsene Wenger'in kararıyla
oldukça benzemekte… Fransız çalıştırıcının önünde de oldukça kesin bir çizgi
vardı. O çizgiyi geçmeyip beklemeyi seçse, belki de Arsenal daha kötü duruma
gidecek ve Wenger iyice ezilecekti. Rubicon'u geçmek tarzını uygulasa, futbolu
çok sevmeye devam edecek ve bırakmak istemediği futbola yeni projelerle devam
edecekti. 2017-2018 sezonunda Rubicon'u geçmek, Arsene Wenger'in kafasında hep
dolandı durdu. Ve sonunda Arsene Wenger gözü karalığını gösterdi, eleştirilere
bir son vermeyi seçti ve çok sevdiği Arsenal ile yollarını ayırdı. Üstelik bunu
en acısız, en ağrısız şekilde yaptı. Özetle Wenger, Rubicon'u geçti. Şimdi
sırada yeni bir projeyle futboldan kopmamayı ve içindeki ateşi söndürmemeyi düşünüyor.
Her insanın Rubicon'u geçebilmesi
dileğiyle…